Söğüt Kabuğundan Aspirin’e

İlaç temelinde sağlık teknolojilerinin ve ilaçların nasıl geliştiği ve önümüzdeki yıllarda ne tür yeni teknolojilerin karşımıza çıkacağı merak konusudur.

Gelecekte kullanıma sunulacak ilaçları öngörebilmek, tasarlamak ve keşfedebilmek için, öncelikle günümüzde kullanılan ilaçların nasıl keşfedildiğini ve hangi yollardan geçtiğini anlamak büyük önem taşır.

Son elli yıldır tüm dünyada en yaygın kullanılan ve bilinen ilaç Bayer firmasının ürettiği Aspirin isimli ilaçtır.

Aspirin, ilaçların tarih boyu gelişimini ve modern zamanlarda nasıl keşfedilip kullanılmaya başlandığını anlamak için incelenebilecek en iyi örneklerden biridir.

İnsanlar tarih boyunca çeşitli sebeplerden dolayı hasta olmuşlardır. Bu hastalıkları tedavi edebilmek için de farklı farklı çareler aramışlardır. Bu amaçla akıllarına gelen hemen her yola başvurmuşlardır. Özellikle de çevrelerini, doğayı incelemişler ve doğadaki diğer canlılardan ilham alıp, çareler geliştirmeye çalışmışlardır.

Doğayı gözlemlerken belirli hastalıklarla belirli bitkiler arasında bağlar kurmuşlardır.

Örneğin; çocuk sahibi olamayan erkekler kadın kalçasına benzediği için ginseng bitkisini afrodizyak olarak kullanılırken, sığırdili bitkisini yılana benzediği için yılan sokmalarına karşı kullanmışlardır.

Kas ve eklem tutulması olanlar ağrılarını dindirip rahat hareket edebilmek için söğüt gibi esnek bir ağacın özünü kullanmayı tercih etmişlerdir.

Söğüt ağacının ağrıları azalttığı çok eski zamanlarda keşfedilip yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Söğüt ağacı kabuk, kök ve yapraklarından hazırlanan ilk ilaç örneklerini Sümerlerde, Hititlerde, Kızılderililerde ve Antik Mısırda görmek mümkündür.

Antik çağlarda insanlar ilk önce söğüt kabuklarını çiğneyerek kullanmaya başlamışlardır. Daha sonraki zamanlarda yaprak ve köklerini ezerek hazırladıkları yarı-katı lapa benzeri ilaçları ağrıyan bölgelere sürerek kullanmışlardır. Ağacın kabuklarını ise suda kaynatıp içmişlerdir.

Söğüt ağacı kabukları yüzyıllar boyunca ağrı kesici etkileri için kullanılan bir ilaç olmuştur. Ünlü hekim Hipokrat’ın söğüt kabuğu suyunu hastalarını iyileştirmek için kullandığı bilinmektedir.

Ancak Ortaçağın etkisiyle, özellikle Avrupa’da hakim olan, bilime ve bilimsel gelişmelere karşı görüşler nedeniyle doğadan elde edilen ürünlerle hastalıkların iyileştirilmeye çalışılması gözden düşmüştür. Bunların yerini tılsımlar, şifalı sular ve çeşitli mistik güçleri olduğu düşünülen kişiler almaya başlamıştır.

Avrupa’da Ortaçağ yaşanırken Doğu ve Anadolu tıbbı eski bilgilerini korumaya ve kullanmaya devam etmeye çalışmıştır. Ancak söğüt kabuğunun önemi giderek azalmış ve unutulmaya yüz tutmuştur.

Söğüt ağacının tekrar keşfedilmesi ve kullanılmaya başlanması onsekizinci yüzyıldır. İngiliz bir rahip ve araştırmacı olan Edward Stone, Peru yerlilerinin sıtma hastalığını tedavi etmek için kınakına ağacını kullandığını gözlemlemiştir.

Kınakına ağacının kabuğu oldukça acı bir tada sahiptir. Edward Stone, ülkesinde söğüt ağacının tadının da oldukça acı olduğunu ve bu nedenle tedavide kullanılabileceğini düşünmüştür. 

İngiliz araştırmacı rahip söğüt kabuklarını toplayıp kurutmuş ve sonrasında bunları parçalayıp toz haline getirmiştir. Hazırladığı tozları elli kişi üzerinde denemiş ve ağrılarının azaldığını görmüştür.

Elde ettiği bilgileri 1763 yılında İngiliz Kraliyet Akademisine iletmiş ve bu tarihten itibaren söğüt kabukları ağrı kesici olarak yeniden popülerleşmeye başlamıştır.

Tekrar keşfi sonrası söğüt kabuğu tozu, doğal ortamından toplanarak ağrı kesici olarak kullanılmaya devam etmiştir.

Biliminin gelişmesiyle beraber söğüt kabuğunun tümünün kullanılması yerine içerisindeki asıl etkiyi gösteren maddeyi kullanma fikri ortaya çıkmıştır. Bu fikrin temelinde iki sebep vardır:

  • Birincisi tüm kabuğun kullanılması yüksek maliyetli ve sürdürülebilir değildir.
  • İkincisi ise ağacın kabuğu, etkiyi gösteren madde dışında birçok farklı madde içermekte ve bu maddeler istenmeyen etkilere sebep olabilmektedir.

Söğüt kabuğunun taşıdığı etkin madde olan salisin 1828 yılında Alman kimyager Johann Andreas Buchner tarafından izole edilmiştir.

Salisin, sarı kristaller halinde bir maddedir. İzole edildikten sonra özellikle romatizma hastalarının ağrılarını gidermek için kullanılmaya başlanmıştır.

Salisinin izole edilmesinden kısa bir süre sonra. salisilik asit hem söğüt kabuğundan izole edilmiş hem de laboratuvarda salisinin parçalanması ile elde edilmiştir.

Hastalarla yapılan denemeler sonucu salisilik asitin salisinden daha düşük dozlarda, daha etkili olduğu görülmüştür. Böylece başta romatizmal ağrılar olmak üzere çeşitli birçok ağrının hafifletilmesi için söğüt kabuğu tozu yerine salisilik asit kristalleri kullanılmaya başlanmıştır.

1800’lerin sonuna gelindiğinde salisilik asit kullanılan ancak üretilemeyen bir ilaç halindedir. Tek kaynak söğüt ağacı kabukları olduğu için artan ihtiyaca yetmemeye başlamıştır. Bu sebeple salisilik asitin laboratuvarda üretilme çalışmaları hız kazanmıştır.

Aynı dönemlerde salisilik asiti uzun süreli kullanan hastalarda ciddi mide ve bağırsak rahatsızlıkları gözlenmiştir. Bu nedenle salisilik asitin mide ve bağırsaklara zarar vermeyen bir çeşidi hakkından da çalışmalar hız kazanmıştır.

1897 yılında, Felix Hoffmann isimli kimyager, Bayer firması adına salisilik asitin laboratuvarda üretilebilen ve mide-bağırsaklara çok daha az zarar veren bir türevini üretmeyi başarmıştır. Bugün yaygın olarak bilinen ticari adı ile Aspirin (asetilsalisilik asit) 1899 yılından itibaren insanlığın kullanımına sunuldu.

Yüzlerce yıldır etkisi bilinen ve kullanılan söğüt kabuğu yirminci yüzyılla birlikte yerini Aspirin’e bırakmıştır.

Ancak bu kadar yaygın kullanılmasına rağmen bu ilacın vücutta nereyi etkileyerek ağrı kesici etki gösterdiği 1971 yılına kadar bilinmiyordu. Bu yıla kadar aspirinin direkt beyine giderek oradaki ağrı merkezini etkilediği düşünülmekteydi. 

İngiliz farmakolog Sir John R. Vane 1971 yılında, insan vücudundaki prostaglandin isimli hormon benzeri yapıları ve bu yapıların aspirin ile etkileşimini keşfetmiştir.

Bu keşfinden dolayı J. R. Vane 1982 yılında Nobel ödülü kazanmıştır.

Prostaglandinlerin ve aspirin ile etkileşimlerinin anlaşılması, bugün kullandığımız ibuprofen ve parasetamol gibi çeşitli ilaçların insan vücudundaki çalışma mekanizmalarını anlamamızın ve yeni ilaçlar keşfetmemizin yolunu açmıştır.

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu